İ. Tayfun UZBAY, Hakan KAYIR

Gülhane Askeri Tıp Akademisi, Tıp Fakültesi, Tıbbi Farmakoloji Anabilim Dalı, Etlik 06078 ANKARA

Özet

Alzheimer hastalığı (AH) en sık görülen demans tipidir. ilk olarak 1907 yılında Alman hekim Alois Alzheimer tarafından tanımlanmıştır. Hastalığın görülme riski yaşa bağlı olarak logaritmik biçimde artar. Yaşı 60-65 arasında olan popülasyonda görülme sıklığı yaklaşık olarak %0.1 iken 85 yaşın üzerinde görülme sıklığı %47'ye kadar çıkar (1,2). 1900 yılında dünya nüfusunun sadece % 1 'i 65 yaşın üzerinde iken bu oran 1992 yılında %6.2'ye çıkmıştır. 2050 yılında dünya nüfusunun %25'inden fazlasının 65 yaşın üzerinde olacağı kestirilmektedir (3). Bu rakamlar AH'nın etkili bir şekilde tedavi edilemediği takdirde gelecekte en önemli sağlık sorunlarından biri, belki de birincisi olacağı izlenimini vermektedir (4). Epidemiyolojik araştırmalar AH'nın tek bir faktöre bağlı olmadığına işaret etmektedir. Hastalığın oluşmasında yaşlanmaya bağlı olarak gelişen nöronal ve santral vasküler bozukluklar çok önemli bir role sahiptir. Bunun yanında kafa travmaları, virus enfeksiyonları ve metabolik lezyonlar da AH riskini artırmaktadır. Bazı vakalarda genetik yatkınlığın önemli ölçüde katkısı söz konusudur (2,5). AH'nın histopatolojisinde senil plakların ve nörofibriler yumakların oluşumunun yanısıra beyinde belirgin bir atrofi ile sinaps ve nöron kaybı ön plandadır (6). Senil plakların oluşumu hastalığın en önemli histopatolojik belirtisidir. Senil plaklar özellikle amigdala, hippokampus ve neokortekste oluşur (7-9). Tüm Alzheimer olguların %5 kadarı kalıtsal olma özelliği taşır. Kromozom 21 'deki b-amiloid prekürsör protein (APP) (1 O), kromozom 14'teki presenilin 1 (PS 1) (11) ve kromozom 1 'deki presenilin 2 (PS2)'nin (12) mutasyonunun AH'da rolü olduğu bilinmektedir. AH ile apolipoprotein E (Apo E) geni (13), nitrik oksid sentaz-3 geni (14) ve a-makroglobülin (15) arasında ilişki bulunduğuna işaret eden yayınlar da yapılmıştır. AH'nın kökten bir tedavisi henüz mümkün değildir. Bunun yanısıra, tedavide kullanılan ilaçların etkilerinin sınırlı olması da Alzheimer tedavisi için daha etkili, yan etki sıklığı ve şiddeti daha düşük yeni ilaçlar geliştirmeyi zorunlu kılmaktadır. Öte yandan AH'nın etiyolojisi, patogenezi, fizyopatolojisi, biyokimyasi ve histopatolojisi konusunda henüz net bir resim ortaya konamamıştır. Bu bağlamda AH'nın etki düzeneğinin tam olarak netleştirilmesine yönelik multidisipliner çalışmaların sürdürülmesi zorunludur ve bu tip çalışmaların yapılabilmesi için deney hayvanlarında AH belirtilerinin oluşturulabilmesi oldukça önemlidir (4,16). AH'nın kökten tedavisine yönelik daha özgün ilaçlar geliştirmek, hastalığın fizyopatolojisi ile ilişkili genlerin daha kapsamlı araştırılması ve AH esnasında ortaya çıkan davranışsa! Değişiklikler ile beyindeki nörokimyasal veya nöropatolojik değişiklikler arasındaki ilişkiyi daha yakından incelemeye yönelik olarak deney hayvanlarında AH'nın bazı nörolojik, genetik ve biyokimyasal özelliklerini taklit eden modeller oluşturulmuştur. Henüz Alzheimer hastası bir insanda gözlenen bilişsel, davranışsa!, biyokimyasal ve histopatolojik belirtilerin tümünü aynı anda ve tam olarak taklit eden bir hayvan modeli geliştirilememiştir. Bununla beraber, mevcut deneysel Alzheimer modelleri AH'nın bilişsel ve nöropatolojik zararlarını kısmen taklit etmekte, özellikle farmakolojik ve genetik çalışmalara önemli ölçüde destek olmaktadır (4).