e-ISSN 1309-2545      ISSN 1301-062X
TR    ENG
 

Download Current Issue.

Volume : 28 Issue : 4 Year : 2022

Current Issue Archive Popular Articles Ahead of Print Submit Your Article Login Copyright Transfer Form
Turkish Journal of Neurology Indexed By
  Turk J Neurol: 28 (2)
Volume: 28  Issue: 2 - 2022
Hide Abstracts | << Back
1.Cover

Pages I - XIII

REVIEWS
2.Neurotoxicological Effects of Environmental and Occupational Agents
Rabia Gökçen Gözübatik Çelik, Ufuk Emre Toprak, Sibel Kıran
doi: 10.4274/tnd.2022.90023  Pages 63 - 72
Dünyada birçok kimyasal madde bulunmakta ve bu kimyasalların bir kısmının doz ya da maruz kalınan süre ilişkili toksik etkileri bulunmaktadır. Özellikle iyatrojenik nedenli olanların etkileri daha iyi tanımlanabilmektedir. Ancak, laboratuvarlarda toksik olduğu tespit edilen maddelerin günlük hayatta da (örneğin; işyerlerinde) toksik etkiye sahip olduğunu kanıtlamak zordur. Günümüzde nörotoksik ajanların patofizyolojik etkileri hala tam bilinmemektedir. Bu derlemede bilimsel olarak kanıtlanmış çevresel ve mesleksel ajanların sinir sistemi üzerine olan nörotoksik etkilerine değinilecektir.
There are numerous chemicals throughout the world, some of which have a dose- or exposure-related toxic effect. The effects of iatrogenic causes in particular can be better defined. It is hard to prove that in laboratories toxic substances have toxic effects in everyday life, however (e.g. workplaces). Today, the pathophysiological effects of neurotoxic agents are still unknown. This review discusses the neurotoxic effects on the nervous system of scientifically established environmental and occupational agents.

ORIGINAL ARTICLES
3.Evaluation of Retinal Morphology and Contrast Sensitivity Function in Patients with Restless Legs Syndrome
Mustafa Çam, Aydın Yıldız, Sedat Arıkan
doi: 10.4274/tnd.2022.52059  Pages 73 - 77
Amaç: Putamendeki azalmış dopamin reseptör sayısı, huzursuz bacak sendromu (HBS) patofizyolojisi için önemli bir neden olarak kabul edilmiştir. Retina dopamin, retina hücreleri arasında iletişim kurarak kontrast duyarlılığında (CS) önemli bir rol oynar. Ayrıca retinal dopaminerjik nöronların diğer retina nöronlarını koruduğu öne sürülmektedir. Bu çalışmada HBS hastalarının retina tabakalarının kalınlığını ve CS fonksiyonunu (CSF) araştırmayı amaçladık.
Gereç ve Yöntem: Bu çalışma ileriye dönük ve olgu kontrollü olup, katılımcı sayısı 68’dir. HBS’li (n=35) hasta ve sağlıklı katılımcı (n=33) olmak üzere iki grup hasta vardır.
Optik koherens tomografi, merkezi maküler kalınlık, retina sinir lifi tabakası kalınlığı (RSLT) ve retina ganglion hücresi iç pleksiform tabaka kalınlığını (GCIPL) ölçmek için kullanıldı. RSLT kalınlığı ortalama ve sektörel (üst, alt, nazal ve temporal) olarak ölçüldü.
Bulgular: Grup 1’de ortalama ve üst sektörel RSLT kalınlığı, grup 2’ye göre istatistiksel olarak anlamlı derecede daha ince idi (sırasıyla; p=0,03 ve p=0,01). Bununla birlikte, diğer RSLT sektörlerinin kalınlıkları grup 1 ve grup 2 arasında farklı değildi. Grup 1 ve grup 2 arasında GCIPL ve merkezi maküla kalınlıkları açısından istatistiksel olarak anlamlı bir fark yoktu. Öte yandan, 1,5 derece başına döngü (cpd), 3 cpd, 6 cpd, 12 cpd ve 18 cpd gibi tüm uzamsal frekanslarda CSF’nin ortalama değerleri grup 2’de grup 1’e kıyasla istatistiksel olarak anlamlı derecede yüksekti (tüm uzaysal alanlarda p<0,001) frekanslar).
Sonuç: RLS hastalarında retina katmanlarının kalınlığı ve CSF’nin azalması retinal dopaminerjik disfonksiyonu destekleyebilir. Ek olarak non-invaziv olarak uygulanan bir OKT incelemesi HBS hastalarının tanı ve takibinde fayda sağlayabilir.
Objective: The decreased number of dopamine receptors in the putamen are considered to play an important role in the pathophysiology of restless legs syndrome (RLS). Retinal dopamine plays an important role in contrast sensitivity (CS) by establishing communication between retinal cells. It is also suggested that retinal dopaminergic neurons protect other retinal neurons. In this study, we aimed to investigate the thickness of retinal layers and CS function (CSF) of patients with RLS.
Materials and Methods: A total of 68 participants were included in this prospective case-control study. The participants were divided into two groups as those with RLS (n=35) in group 1 and control subjects (n=33) in group 2. Optical coherence tomography was used to measure central macular thickness, retinal nerve fiber layer thickness (RNFL), and retinal ganglion cell inner plexiform layer thickness (GCIPL). RNFL thickness was measured as average and as sectoral (superior, inferior, nasal and temporal). Additionally, the CS test measured at all spatial frequencies of 1.5, 3, 6, 12 and 18 cycle per degree (cpd) was performed in all participants.
Results: The average and superior sectoral RNFL thicknesses in group 1 were statistically significantly thinner than group 2 (p=0.03 and p=0.01 respectively). However, the thicknesses of other RNFL sectors were not different between group 1 and group 2. There were no statistically significant differences between group 1 and group 2 regarding the thicknesses of GCIPL and central macula. The mean values of CSF at all spatial frequencies of 1.5 cpd, 3 cpd, 6 cpd, 12 cpd and 18 cpd were statistically significantly higher in group 2 in comparison to group 1 (p<0.001 for all spatial frequencies).
Conclusion: The decreased thickness of retinal layers and reduced CSF in patients with RLS support retinal dopaminergic dysfunction.

4.Patient Management in Neurology Intensive Care During COVID-19 Pandemic Period
Fergane Memmedova, Semra Arı Sevingil, Fatma Altuntaş Kaya, Fatma Ger Akarsu, Zaur Mehdiyev, Ulviyyat Jafarova, Özlem Aykaç, Atilla Özcan Özdemir
doi: 10.4274/tnd.2022.43420  Pages 78 - 83
Amaç: Bu çalışmada yoğun bakım ünitesine (YBÜ) yatan nörolojik manifestasyonları olan koronavirüs hastalığı-2019 (COVID-19) hastalarının verilerini değerlendirmeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntem: Çalışmaya nöroloji YBÜ’de nörolojik manifestasyonlar ile yatan COVID-19 hastalarının verileri dahil edildi. Hastaların demografik özellikleri, risk faktörleri, laboratuvar sonuçları, tedavi yöntemleri, mekanik ventilasyon süreçleri, O2 ihtiyacını karşılayan non-invazif yöntemlerin kullanımı, taburculuk ve 3. ayda klinik sonlanım oranları, ölüm oranları değerlendirildi.
Bulgular: Çalışmaya nörolojik prezentasyonu olan toplam 25 COVID-19 hastası dahil edildi. Hastaların yaş ortalaması 66,76±12,93 (36-83) idi. Yüzde 52 oranını erkek cinsiyet oluşturuyordu. Hastaların %96’sında polimeraz zincir reaksiyonu testi pozitif, %92 oranında akciğer tutulumu vardı. Hastaların komorbitesini %48 hipertansiyon, %28 diabetes mellitus ve koroner arter hastalığı, %20 serebrovasküler hastalık, %20 kanser, %12 kronik obstriktif akciğer hastalığı oluşturdu. Hastaların %72’si inme ile prezente olan COVID-19 grubundan oluşuyordu. Yüzde 12 ensefalopati tablosunda gelen COVID-19 hastalarından, %8 epilepsi ve miyastenia gravis semptomları ile gelen hastalardan oluşuyordu. Hastaların ortalama YBÜ yatış süresi 13,16±12,44 gündü. Hastaların %56’sı yüksek mekanik ventilatör ayarlarında, senkronize intermittent mekanik ventilasyon modunda takip edildi. Entübasyon gün sayısı 9,5±12,26 idi. Hastaların tümüne favipravir ve antiagregan, %92’sine steroid ve antibakterial tedavi, %52’sine antiagregan, %20’sine plazma tedavisi, %8’ine sitokin filtiresi ve immünoglobulin tedavisi, %4’üne monoklonal antikor tedavisi uygulandı. Hastaların yatışı sürecinde ölümle sonuçlanma oranı %48, iyi klinik sonlanım oranı %36, saptandı.
Sonuç: Nörolojik belirtilerle gelen COVID-19 hastalarının hastane içi tedavi ve takip sürecinde, aynı zamanda taburculuklarında kötü klinik sonlanım oranları yüksek görülmektedir.
Objective: This study aims to evaluate data from coronavirus disease-2019 (COVID-19) patients with neurological manifestations hospitalized in the intensive care unit (ICU).
Materials and Methods: The study included data from COVID-19 patients with neurological manifestations hospitalized in ICU. Patients’ demographic characteristics, risk factors, laboratory results, treatment methods, mechanical ventilation methods, use of non-invasive techniques to meet O2 requirements, clinical outcome at discharge and after three months, and mortality rates were evaluated.
Results: The study included 25 patients. Mean age of the patients was 66.76±12.93. Fifty two percent of the patients were male. Of the patients 96% had a positive polymerase chain reaction test, and 92% had lung involvement. The comorbidities of the patients were hypertension (48%), diabetes mellitus (28%), coronary artery disease (28%), cerebrovascular disease (20%), cancer (20%), and chronic obstructive pulmonary disease (12%). Seventy two percent of the patients presented with stroke. Of the patients %12 presented with encephalopathy, whereas patients with epilepsy and myasthenia gravis accounted for 8%. Patients’ average length of stay in ICU was 13.16±12.44 days. Pressure-synchronized intermittent mandatory ventilation mode was used in 56% of patients. Number of intubation days was 9.5±12.26. All patients were treated with favipiravir and antiaggregant, 92% with steroids and antibacterial therapy, 52% with antiaggregant, 20% with plasma therapy, 8% with cytokine filter and immunoglobulin therapy, and 4% with monoclonal antibody therapy. During hospitalization, mortality rate was 48%, good clinical outcome rate was 36%.
Conclusion: The rates of poor clinical outcomes are seen to be high during in-hospital treatment and follow-up of COVID-19 patients presenting with neurological symptoms, as well as at discharge.

5.The Reliability and Validity of the Manual Ability Measure-36 in Patients with Parkinson’s Disease
Fatih Söke, Elvan Özcan Gülşen, Nigar Esra Erkoç Ataoğlu, Çağrı Gülşen, Bilge Koçer, Ayçe Bora Tokçaer
doi: 10.4274/tnd.2022.99836  Pages 84 - 90
Amaç: El becerisinde bozulma, Parkinson hastalığı (PH) olan bireylerde en fazla engelleyici semptomlardan biri olmasına rağmen, el becerisini değerlendirmek için güvenilir ve geçerli hasta tarafından bildirilen sonuç ölçümü (PROM) bulunmamaktadır. Bu nedenle, bu çalışma: (1) PH’de el beceri ölçümü-36’nın (EBÖ- 36) test-tekrar test güvenilirliğini; (2) EBÖ-36 puanlarındaki minimal saptanabilir değişimi (MSD); (3) EBÖ-36 puanlarının eşzamanlı ve bilinen gruplar geçerliliğini; ve (4) sağlıklı bireylerden PH’leri en iyi ayıran kesme puanını araştırmayı amaçladı.
Gereç ve Yöntem: Bu kesitsel bir çalışmaydı. EBÖ-36, sınıf içi korelasyon katsayısı (ICC), Bland-Altman grafikleri ve MSD ile hesaplanan test-tekrar test güvenilirliğini belirlemek için 4 hafta sonra tekrarlandı. Eş zamanlı geçerlilik, EBÖ-36 ve dokuz delikli peg testi, Hareket Bozuklukları Derneği Birleşik Parkinson Hastalığı Derecelendirme ölçeği (HBD-BPHDÖ), HBD-BPHDÖ II, HBD-BPHDÖ III, Hoehn ve Yahr evresi ve 8 maddelik PH anketi arasındaki korelasyonlar kullanılarak değerlendirildi. Bilinen gruplar geçerliliği, Parkinson hastaları ve sağlıklı bireyler arasında EBÖ-36 puanlarının karşılaştırılmasıyla belirlendi. Alıcı işletim karakteristiği analizi Parkinson hastalarını sağlıklı bireylerden en iyi ayırt eden EBÖ-36’nın kesme puanını belirlemek için kullanıldı.
Bulgular: Otuz altı Parkinson hastası ve 32 sağlıklı birey dahil edildi. Mükemmel test-tekrar test güvenilirliği bulundu (ICC: 0,953). Bland-Altman grafiği yüksek bir uyum gösterdi. MSD 2,33’tü. EBÖ-36 diğer sonuç ölçümleri ile orta ila yüksek korelasyonlara sahipti (korelasyon katsayıları -0,473 ile -0,763 arasındaydı, p<0,05 hepsi için). EBÖ-36’da; Parkinson hastaları sağlıklı bireylerden daha düşük puanlara sahipti (p<0,001). 76,50’lik kesme puanı, sağlıklı bireylerden Parkinson hastalarını en iyi ayırt eder.
Sonuç: EBÖ-36, Parkinson hastalarında el becerisini değerlendirmek için güvenilir ve geçerli bir ölçümdür. Ayrıca, Türk popülasyonunda Parkinson hastaları için el becerisinin değerlendirilmesinde klinik olarak kullanılabilir tek PROM’dur.
Objective: Although impaired manual dexterity is one of the most disabling symptoms in patients with Parkinson’s disease (PD), there is no reliable and valid patient-reported outcome measure (PROM) for assessing dexterity. Therefore, this study aimed to investigate: (1) The test-retest reliability of the manual ability measure-36 (MAM-36) in patients with PD; (2) the minimum detectable change (MDC) in the MAM-36 scores; (3) the concurrent and known-groups validity of the MAM-36 scores; and (4) the cut-off score that best discriminates patients with PD from healthy individuals.
Materials and Methods: This was a cross-sectional study. The MAM-36 was repeated after 4 weeks to determine the test-retest reliability which was calculated with the intraclass correlation coefficient (ICC), Bland-Altman plots, and MDC. The concurrent validity was assessed using correlations between the MAM-36 and nine-hole peg test, Movement Disorders Society Unified Parkinson’s Disease Rating scale (MDS-UPDRS), MDS-UPDRS II, MDS-UPDRS III, Hoehn and Yahr stage, and 8-item PD questionnaire. The known-groups validity was determined by comparing the MAM-36 scores between patients with PD and healthy individuals. Receiver operating characteristic analysis was used to determine the cut-off score for the MAM-36 to best discriminate patients with PD from healthy individuals.
Results: Thirty six patients with PD and 32 healthy individuals were included. Excellent test-retest reliability was found (ICC: 0.953). The Bland-Altman plot demonstrated a high agreement. The MDC was 2.33. The MAM-36 had fair to high correlations with the other outcome measurements (correlation coefficients ranged from -0.473 to -0.763, p<0.05 for all). Patients with PD had lower scores than healthy individuals in terms of the MAM-36 (p<0.001). The cut-off score of 76.50 best distinguished patients with PD from healthy individuals.
Conclusion: The MAM-36 is a reliable and valid measurement for assessing manual dexterity in patients with PD. It is also the only clinically available PROM in assessing manual dexterity for patients with PD in the Turkish population.

6.Serum Leptin Levels in Acute Ischemic Stroke Patients: Data From a Tertiary Care Institution From Kashmir Valley of Northern India
Mohammad Hayat Bhat, Najma Kokab, Javaid Ahmad Bhat, Parvaiz Ahmad Shah
doi: 10.4274/tnd.2022.33254  Pages 91 - 96
Amaç: Leptin, inme de dahil olmak üzere sayısız koşuldaki rolü nedeniyle uzmanların dikkatini çekmiştir. Bununla birlikte, leptini inme ile ilişkilendiren güvenilir kanıtların yokluğunda, bir risk faktörü olarak rolü hala tartışmalıdır. Bölgemizdeki iskemik inme hastalarında leptin düzeylerini ve diğer kardiyometabolik risk faktörleri ile ilişkisini belirlemeyi amaçladık.
Gereç ve Yöntem: Bu çalışma, 100 hasta ile yaş ve cinsiyet açısından eşleştirilmiş 100 sağlıklı kontrolü içeren hastane temelli gözlemsel bir olgu-kontrol çalışmasıdır. Lipid profili, insülin seviyesi ve açlık kan şekeri ölçümüne ek olarak hem hastalarda hem de kontrollerde leptin seviyeleri ölçüldü. İnsülin direnci insulin direncinin hemostatik modelle değerlendirilmesi modeli kullanılarak hesaplandı. Karotis intima-medya kalınlığı (KİMK), yüksek çözünürlüklü eko-renkli Doppler sistemi (GE LOGIQ S8) ile belirlendi. Nörogörüntülemede yapıldı. Sürekli değişkenler için Student’s t-testi, kategorik değişkenler için ki-kare testi ve leptin düzeylerinin çeşitli parametrelerle korelasyonunu belirlemek için Pearson korelasyon katsayısı kullanıldı.
Bulgular: Ortalama leptin düzeyleri hastalarda kontrol grubuna göre anlamlı derecede yüksekti (15,36±5,76 vs. 5,72±1,19 ng/ml; p<0,001). Leptin ile iskemik inmeli hastalarda aterojenik lipid profili, enflamatuvar belirteçler yani beyaz kan hücreleri ve eritrosit sedimentasyon hızı, açlık plazma glukozu ve insülin direnci ile pozitif korelasyonlar bulunurken, leptin ile yüksek yoğunluklu lipoproteinler arasında ters bir korelasyon vardı. Benzer şekilde hastalarda leptinin sistolik kan basıncı, vücut kitle indeksi ve KİMK ile pozitif ilişkisi olduğu bulundu.
Sonuç: Hiperleptinemi iskemik inmeli hastalarda sık görülen bir bulgudur ve iskemik inmeye yatkınlık oluşturduğu bilinen çeşitli kardiyovasküler risk faktörleri ile anlamlı şekilde ilişkilidir.
Objective: Leptin has drawn the attention of experts for its role in a myriad of conditions including stroke. However, in the absence of credible evidence linking leptin to stroke, its role as a risk factor is still debatable. We aimed to determine the leptin levels and its relationship with other cardiometabolic risk factors in patients with ischemic stroke in our region.
Materials and Methods: It was a hospital based case-control observational study involving 100 patients and 100 age- and sex- matched healthy controls. Leptin levels were measured in both patients and controls in addition to estimation of lipid profile, insulin level and fasting blood glucose. Insulin resistance was calculated using the homeostasis model assessment for insulin resistance model. Carotid intima-media thickness (CIMT) was determined by high-resolution echocolour Doppler system (GE LOGIQ S8). Neuroimaging was also performed. Student’s t-test for continuous variables, chi-square test for categorical variables and Pearson correlation coefficient to determine the correlation of leptin levels with various parameters were used.
Results: The mean leptin levels were significantly higher in patients compared to control group (15.36±5.76 vs. 5.72±1.19 ng/ml; p<0.001). Leptin was found to have positive correlations with atherogenic lipid profile, inflammatory markers i.e, white blood cells and erythrocyte sedimentation rate, fasting plasma glucose and insulin resistance in patients with ischemic stroke whereas there was an inverse correlation between leptin and high density lipoproteins. Similarly leptin was found to have positive association with systolic blood pressure, body mass index and CIMT in patients.
Conclusion: Hyperleptinemia is a common finding in patients with ischemic stroke and is significantly associated with various cardiovascular risk factors known to predispose to ischemic stroke.

7.Diagnostic Delay and Clinical Features in Friedreich’s Ataxia
Mehmet Fatih Yetkin, Murat Gültekin, Merve Akçakoyunlu, Recep Baydemir, Ayşe Sarılar, Mehmet Canpolat, Hüseyin Per
doi: 10.4274/tnd.2022.26780  Pages 97 - 101
Amaç: Friedreich ataksisi (FRDA) progresif yürüyüş ve ekstremite ataksisi, dizartri, duyu kaybı ve kas güçsüzlüğü ile karakterize en sık kalıtsal ataksidir. Birçok hastalıkta, özellikle nadir hastalıklarda; hasta ve hasta yakınlarının yetersiz farkındalığı, sağlık uzmanlarının bilgi birikiminin yeterli olmaması ve tanı testlerine erişmekte güçlük nedeniyle tanı gecikmesi görülür. Bu çalışmada, FRDA’lı bireylerin tanı gecikmesi ve klinik özellikleri araştırılmıştır.
Gereç ve Yöntem: Harding klinik tanı kriterlerini karşılayan ve genetik incelemede artmış GAA trinükleotid tekrarı olan bireyler çalışmaya alınmıştır. Hastaların başlangıç semptomları, semptom başlangıç yaşı, semptom başlangıcından tanıya kadar geçen süre ve komorbid durumlar gibi demografik ve klinik verileri kaydedilmiştir. Ayrıca hastaların detaylı nörolojik muayeneleri yapılmış ve ataksi değerlendirme ve derecelendirme skalası (SARA) ile kaydedilmiştir.
Bulgular: Çalışmaya 12 erkek ve 10 kadın olmak üzere toplam 22 hasta dahil edildi. Bireylerin yaş ortalaması 30,4±6,3 (19-41) idi. Semptom başlangıç yaşı 19±5,6 (9-32), tanı yaşı 22,1±6,1 (13-33) ve semptomların başlamasından tanıya kadar geçen süre 3,03±2,66 (0,2-9) yıl idi. On dokuz olgunun ilk belirtisi (%86,4) gövde ataksisi iken, 3 olgunun (%13,6) ilk belirtisi ekstremite ataksisi idi. Sekiz (%36,4) olgu ambulatuvar iken 14 (%63,6) olgu non-ambulatuvar idi. Ortalama toplam SARA skoru 18,2±6,7 idi [medyan 19,5 (7-30)].
Sonuç: Bu çalışma ülkemizde FRDA hastalarında tanı gecikmesini değerlendiren ilk çalışmadır. Her ne kadar FRDA en sık kalıtsal ataksi olsa da, çalışmamızda FRDA’lı hastalarda tanıda önemli bir gecikme olduğu gösterilmiştir. Toplumun ve sağlık profesyonellerinin FRDA konusunda farkındalıklarını artıracak çalışmalara ihtiyaç vardır.
Objective: Friedreich ataxia (FRDA) is the most frequent hereditary ataxia characterized by progressive gait and limb ataxia, dysarthria, sensory loss, and muscular weakness. Due to insufficient awareness of patients and their relatives, poor knowledge of healthcare professionals, and difficulty in accessing diagnostic tests, delay in diagnosis is seen in many diseases, especially in rare diseases. In this study, the diagnostic delay, and clinical features of individuals with FRDA were investigated.
Materials and Methods: Individuals who fulfilled the criteria for Harding clinical diagnosis and who had increased GAA repetition in the genetic examination were included in the study. Demographic and clinical data of the patients such as initial symptoms, age at symptom onset, time from the onset of symptoms to the diagnosis, and comorbid conditions were recorded. In addition, detailed neurological examinations of the patients were made, and they were evaluated with the scale for the assessment and rating of ataxia (SARA).
Results: A total of 22 patients, 12 males, and 10 females, were included in the study. The mean age of the individuals was 30.4±6.3 (19-41). Age of symptom onset was 19±5.6 (9-32), age at diagnosis was 22.1±6.1 (13-33), and the time from onset of symptoms to diagnosis was 3.03±2.66 (0.2-9) years. While the first symptom of 19 patients (86.4%) was trunk ataxia, the first symptom of 3 patients (13.6%) was extremity ataxia. Eight (36.4%) patients were non-ambulatory and 14 (63.6%) were ambulatory. The mean total SARA score was 18.2±6.7 [median 19.5 (7-30)].
Conclusion: This study is the first study to evaluate the diagnosis delay in patients with FRDA in our country. Although FRDA was the most common hereditary ataxia, in our study, it was shown that there was a significant delay in diagnosis in patients with FRDA. There is a need for studies that will raise awareness of public and health professionals about FRDA.

8.Verbal Fluency Tests: Normative Data Stratified by Age and Education in an Istanbul Sample
Yasemin Sohtorik İlkmen, Ezgi Soncu Büyükişcan
doi: 10.4274/tnd.2022.36824  Pages 102 - 110
Amaç: Bu araştırmada yaygın olarak kullanılan nöropsikolojik değerlendirme araçlarından sözel akıcılık testlerinin güncel norm değerlerinin oluşturulması ve geçerlik-güvenirlik incelemelerinin yapılması hedeflenmiştir.
Gereç ve Yöntem: Norm değerlerinin oluşturulması amacıyla cinsiyet, yaş ve eğitime göre tabakalandırılmış 1.431 sağlıklı bireye fonemik ve semantik akıcılık testleri uygulanmıştır. Testlerin eş-zaman geçerlik, iç-tutarlılık ve test-tekrar test değerlendirmeleri yapılmıştır. Cinsiyet, yaş ve eğitimin sözel akıcılık üzerindeki etkileri adımsal doğrusal regresyon analizi ile incelenmiştir.
Bulgular: Sonuçlar sözel akıcılık testlerinin yüksek düzeyde iç-tutarlılık ve kabul edilir düzeyde test-tekrar test güvenirliği olduğunu göstermiştir. Cinsiyetin sözel akıcılık puanlarına etkisi görülmezken, yaş ve eğitim fonemik ve semantik akıcılığı sırasıyla %37 ve %25 oranında açıklamaktadır. Yaş arttıkça sözel akıcılık performansı düşmekte, eğitim arttıkça yükselmektedir.
Sonuç: Semantik ve fonemik sözel akıcılık testleri norm değerleri 18-89 yaş aralığındaki bireylerde dört farklı eğitim düzeyinde sunulmuştur.
Objective: This study aimed to provide updated normative data for one of the widely used neuropsychological assessment tools, namely verbal fluency tests, and examine their reliability and validity.
Materials and Methods: To establish normative data stratified by gender, age and education, a total of 1,431 healthy participants were administered phonemic and semantic verbal fluency tests. Concurrent validity, internal consistency and test-retest reliability analyses were conducted. The effect of gender, age and education was tested through stepwise linear regression analysis.
Results: The results revealed good internal consistency and acceptable level of test-retest reliability for verbal fluency tests. While gender did not have any effect on test performance, the combined contribution of age and education on phonemic and semantic fluency performance were 37% and 25%, respectively. Verbal fluency performance decreased as a function of age, whereas it increased as a function of education.
Conclusion: The normative data for phonemic and semantic fluency performance between the ages 18 and 89 stratified by four education levels was presented.

9.Headache and Facial Pain Lasting Less Than Four Hours: Focus on Patients with Cranial Autonomic Features
Hüseyin Nezih Özdemir, Birgül Dere, Asım Orujov, Gülcan Neşem Başkan, Mehmet Mesut Dorukoğlu, Hadiye Şirin, Neşe Çelebisoy, Figen Gökçay
doi: 10.4274/tnd.2022.14564  Pages 111 - 117
Amaç: Araştırmamızın amacı Ege Üniversitesi Nöroloji Baş Ağrısı Polikliniği’ne 4 saatten kısa süren baş ağrısı ile başvuran hastaların demografik ve klinik özelliklerini, tedavi özelliklerini ve tedavi yanıtlarını değerlendirmektir. Bir diğer ana amaç ise kraniyal otonomik bulgulara sahip olan ve sahip olamayan hastaların yukarıda belirtilen özelliklerini karşılaştırmaktır.
Gereç ve Yöntem: Çalışmamız retrospektif ve kesitseldir. Bulgular, üçüncül baş ağrısı merkezimizde toplanan verilere dayanmaktadır. Baş ağrısı bozukluklarının tanıları International Classification of Headache Disorders-3 kılavuzuna göre konmuştur. Hastaların dosyaları incelenmiştir ve bilgileri standart bir olgu rapor formuna kaydedilmiştir. Hastaların demografik özellikleri, klinik özellikleri ve tedavi yanıtları not edilmiştir. Hastalar otonomik bulgulara sahip olan ve sahip olamayan hastalar olarak iki gruba ayrılmıştır ve yukarıda belirtilen özellikleri karşılaştırılmıştır. Trigeminal otonomik sefalji ve trigeminal nevralji (TN) hastalarının tedavi yanıtları lojistik regresyon analizi ile değerlendirilmiştir. p<0,05 değerleri istatistiksel olarak anlamlı kabul edilmiştir.
Bulgular: Altmış sekiz hasta dahil edildi. Yirmi beş hastada trigeminal otonomik sefalji vardı. Yirmi üç hastada TN, 13 hastada gerilim tipi baş ağrısı vardı. Yedi hastada başka birincil baş ağrısı vardı. Hastaların klinik özellikleri ve tedavi yanıtları alt gruplarda farklıydı. Trigeminal otonomik sefalji hastalarında tetikleyici faktör tarif etmenin atak tedavisi alma riskini düşürdüğü saptandı [Odds oranı (OR): 0,059, %95 güven aralığı (GA): (0,005-0,645); p=0,02]. TN hastalarında beyin sapı lezyonuna sahip olmak [OR: 24,776, %95 GA: (1,033-60,613); p=0,049] uzun dönemde karbamazepin tedavisinde başarısızlık riskini artırırken günde birden fazla nevralji atağı yaşamak [OR: 0,58, %95 GA: (0,04-0,832); p=0,036] azaltmaktaydı.
Sonuç: Baş ağrısı bozukluklarının doğru teşhisi, temel olarak baş ağrısının klinik özelliklerine dayanır. Etkili bir tedavi için doğru bir teşhis zorunludur, doğru teşhis tümüyle uygun öykü alınmasına dayanmaktadır.
Objective: The aim of our research was to evaluate the demographic and clinical features, treatment characteristics, and responses of the patients who presented to the Ege University Neurology Headache Outpatient Clinic with headaches lasting less than 4 hours. Another primary goal was to compare the characteristics mentioned above of patients with and without cranial autonomic symptoms.
Materials and Methods: Our study was retrospective and cross-sectional. The findings were based on the data collected at our tertiary headache center. Headache disorder diagnoses were made in accordance with the International Classification of Headache Disorders-3 guideline. We reviewed the patients’ charts and recorded the information on a standardized form. The patients’ clinical features, and treatment responses were noted. The patients were divided into two groups as those with and without autonomic findings, and the above-mentioned features were compared. Treatment responses of patients with trigeminal autonomic cephalgia (TAC) and patients with trigeminal neuralgia (TN) were analyzed via logistic regression analysis. Values of p<0.05 were considered statistically significant.
Results: Sixty-eight patients were included. Twenty-five patients had TAC. Twenty-three patients had TN and 13 had tension type headache. Seven had other primary headaches. The patients’ clinical features and treatment responses were different in the subgroups. In patients with TAC, having a triggering factor [Odds ratio (OR): 0.059, 95% confidence interval (CI): (0.005-0.645); p=0.02] reduced the risk of need of attack treatment. In patients with TN, having a brainstem lesion on cranial magnetic resonance imaging sequences [OR: 24.776, 95% CI: (1.033-60.613); p=0.049] increased the risk of long-term treatment failure with carbamazepine, whereas having headache attacks more than once a day [OR: 0.58, 95% CI: (0.04-0.832); p=0.036] decreased the risk.
Conclusion: The correct diagnosis of headache disorders is mainly based on the clinical features of the headache. For an effective treatment initiation, a correct diagnosis is mandatory, entirely dependent on adequate history taking.

CASE REPORTS
10.Juvenile-onset Mitochondrial-membrane Protein-associated Neurodegeneration with Late Diagnosis
Romana Perkovic, Kristina Gotovac Jercic, Manuela Francic, David Ozretic, Fran Borovecki
doi: 10.4274/tnd.2022.26125  Pages 118 - 121
Beyinde demir birikimi ile seyreden nörodejenerasyon [neurodegeneration with brain iron accumulation (NBIA)], çeşitli klinik belirtiler ve manyetik rezonans görüntülemede (MRG) tespit edilen beyinde demir birikimi ile karakterize, çocukları ve yetişkinleri etkileyen bir dizi kalıtsal bozukluğu kapsar. En sık görülen NBIA alt tipleri pantotenat kinaz ile ilişkili nörodejenerasyon, fosfolipaz A2 ile ilişkili nörodejenerasyon, yağ asidi-2 hidroksilaz ile ilişkili nörodejenerasyon ve mitokondriyal membran proteini ile ilişkili nörodejenerasyondur (MPAN). Burada optik atrofi, ilerleyici bilişsel bozukluk, hareket bozukluğu, T2 ağırlıklı MRG’de bazal ganglionlarda bilateral hipointensite ile başvuran ve MPAN için kanıtlanmış bir mutasyon tespit edilen bir erkek hastayı sunuyoruz. Beyinde demir birikimi ile seyreden nörodejeneratif bozukluklar 3 ila 30 yıl boyunca teşhis edilmeden kalabilir. Optik atrofi gelişen çocuklarda NBIA düşünülmelidir.
Neurodegeneration with brain iron accumulation (NBIA) encompasses a number of heritable disorders affecting children and adults characterized by diverse clinical manifestations and brain iron deposition detected on magnetic resonance imaging (MRI). The most frequent NBIA subtypes are pantothenate kinase-associated neurodegeneration, phospholipase A2-associated neurodegeneration, fatty acid-2 hydroxylase-associated neurodegeneration and mitochondrial-membrane proteinassociated neurodegeneration (MPAN). Here, we report a male patient presenting with optic atrophy, progressive cognitive and movement impairment, bilateral hypointensity of the basal ganglia on T2-weighted MRI and proven mutation for MPAN. The NBIA disorders can remain undiagnosed for 3 to 30 years. In children developing optic atrophy, NBIA should be taken into consideration.

IMAGES IN CLINICAL NEUROLOGY
11.Disseminated Intramuscular Cysticercosis-snake Skin Appearance in MRI
Sonu Kaushik, Dillibabu Ethiraj, Nishu Raj, Ankita Aggarwal
doi: 10.4274/tnd.2022.44370  Pages 122 - 123
Abstract | English Full Text

12.Brain White Matter Changes in Axenfeld-Rieger Syndrome: Things to Keep in Mind
David Annakie, Ulviyya Gasimova, Mazia Shafi, Mohammad AlMajali, Lokesh Rukmangadachar
doi: 10.4274/tnd.2022.74240  Pages 124 - 126
Abstract | English Full Text

LETTERS TO THE EDITOR
13.Evaluation of LGI1-antibody Encephalitis, a Rare Cause of Limbic Encephalitis, from Diagnosis to Treatment
Halil İbrahim Uslusoy, Yasemin Dinç, Aylin Bican Demir
doi: 10.4274/tnd.2022.71419  Pages 127 - 128
Abstract | English Full Text



 
© Copyright 2023 Turkish Journal of Neurology
Home        |        Contact
LookUs & OnlineMakale